|
||||||||||||||||||||
Konuk Defteri
Yıllar sonra selam yazalım kale mi kiralim Mudanya dan selamlar.. yeni yusufelinden selamlar. eski yusufeli yavaş yavaş sular altında kalmaya başladı bir tarih sular altında kalıyor. görmek isteyenlere arkadaşlara duyrulur. Artvinden hayırlı günler Artvinden hayırlı günler değerli oğdarlı dostlar her şey gonlunuzce olsun Sisteme giriş
Çevrimiçi
Şu an bağlı olan kullanıcılar:
7 konuk ve 0 kayıtlı kullanıcı çevrimiçi. Şu anda sitemizde konuksunuz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz. |
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ… Hani, tâ’ûna da zuldür bu rezîl istîlâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asîl, Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkiyle sefîl, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz… Medeniyyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz. Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam. Atılan her lâğamın yaktığı; Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer… Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyare. Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat imân? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-u beşer; Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi; “O benim sun’-u bedî’im, onu çiğnetme” dedi. Âsım’ın nesli… Diyordum ya… nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmiyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar… O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i… Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? “Gömelim gel seni târihe!” desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb… Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. “Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namiyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına, Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber Mehmet Akif Ersoy
|